Şubat 09, 2010

Hangi Marka Değeri?


Türk Futbolu'nun marka değeri, Galatasaray'ın marka değeri, Fenerbahçe markası gibi birçok söz grubu dönüyor bugünlerde heryerde. Herkes bu markaya takmış ama bir inceleyelim bakalım neymiş bu marka değeri.

Marka değeri, bir markayla, o markanın adıyla, simgesiyle bağlantılı ve bir firmaya veya firmanın müşterilerine ürün ve hizmet yoluyla sağlanın değeri artıran ya da eksilten aktifler ve taahhütler bütünüdür.

Tanıma baktığınız zaman en önemli kavram son kelime olan 'bütünüdür' ibaresi. Yani bir markadan bahsediyorsanız bir bütünden bahsetmelisiniz. Defter değeri $40 milyar olan Coca-Cola'nın marka değeri $200 milyar'a yakındır. Peki neyle sağlamıştır bunu bu adamlar? Logosuyla, rengiyle, yönetimiyle, ambalajlarıyla, düzenlediği etkinliklerle, dünyanın her yerinde görebilmenizle, hemen hemen 5er dakika aralıklarla dünyanın neredeyse her noktasında ulaşabilmenizle. Buna rağmen boş durmazlar hala çalışırlar, yan gelip yatmazlar, bizim firmalarımızın ömür boyu yaptırmadıkları testleri, araştırmaları her ay yaptırarak markanın değerini yüksek tutmaya çalışırlar.

Şimdi bize gelelim. Federasyon ligin marka değerinden bahsediyor. Yükseldi diyor. Neye göre yükseldi. Yayın hakkı gelirleri yükselince değer yükseldi demek değildir. Dünyanın 2. veya 4. en önemli derbisi sayılan maçın sadece Türkiye'de ve yurtdışından Türklerin yaşadığı ülkelerde gösterilmesi mi yükseltti? Barça-Real maçı 200 ülkede yayınlanırken bizim maçı sadece Digiturk'ten izleyebiliryosunuz. Geçen sene Aragones sayesinde Fener'in, bu sene de Rijkaard sayesinde GS'nin bazı maçlarını Canal+ yayınladı. E o zaman marka olan ligimiz veya takımlarımız değil, hocalarımız olmuş.

Ülkede kayda değer 3 stad var. 2si kullanılıyor, 1i 1 TL biletle doluyor. 2sinin de zemini kötü. Teknik ayaklara sahip olduğunuzdan doğru dürüst top bile yapamıyorsunuz. İngiltere'de Stoke-Fulham maçında tribünler ful, zemin şahane. Bizim takımlar oraya gidince taraftar desteksiz neredeyse buradan güzel oynuyorlar.

Hakemler evlere şenlik. Hakemlere yöneten kurum daha da beter. Dünyada birçok büyük hastaneyi doktorlar değil iyi yöneticiler yönetiyor. Biz hastanelere bile doktordan müdür koyduğumuza göre, hakemleri yönetmek de hakemlerin işi tabi, değil mi? Normal değil mi o zaman dünya kupası'nda hakemlerimizin olmaması. İyi yönetilmiyorlar ki, kafalarına göre kara veriyorlar. Hakem kurulu Fener'i şampiyon yapacak diyorsun, ertesi hafta bir bakıyorsun, Fener'e ters kararlar. Galatasaray'a göre kararlar veriyorlar, 1 hafta sonra Galatasaray'a da tırpan. O zaman amaç bir takımı tutmak değil, tümden futbola zarar vermeye geliyor. Bebbe Lugano'ya tekme sonrası sahada kalırken, bize TV'yi açtıran, maça götüren Özer ya da Jo birkaç hafta sahalardan uzak kalıyor.

Taraftarlar zaten içler açısı. 3.Lig maçında bile 50-60 taraftarı olan takımlar, deplasmana keserlerle kavga etmeye gidiyorlar. E 1.Lig takımlarının çok daha fazla olan taraftarlarının kavga veya küfür etmesi bu bakımdan çok normal değil mi? Takımı şampiyonluğa giden taraftar, başkanı protesto etmeyi, maçı izlemeye tercih ediyor.

Yöneticiler, küçük büyük tüm klüplerin yöneticileri Marksist paradigma denilen, hayat çelişkilerden oluşur felsefesi ile yönetiyor kulüpleri. Ben bunu yaptım yerine, o bunu yapmadı deniyor. Hepsinin açıklaması kendini övmek yerine diğerini yermeyi amaçlıyor, böylece şahsi reyting artmış oluyor.

TV'ye gelince. Yayın kalitesi düzgünde olsa, geri kalan herşey cacıklamış vaziyette. Marka değeri adına yorumcu yollanıyor, yerine kimse alınmıyor, olanlarla idare edelim deniyor. Maç yayının yapmayan kanallar hala eskimiş adamlar ve yukarıda bahsettiğim Marksist paradigma üzerine kurulmuş tv programlarıyla hem insanları yanlışa sürüklüyorlar, hem de izlemeseniz de birşey kaybetmeyeceğiniz, hatta kazanacağınız şekilde yayınlanıyor.

Genç oyunculardan hiç bahsetmiyorum ki son yıllarda Türkiye'de yetişmiş, Almanya'da ya da diğer ülkelerde doğmayanlardan bir tek Arda var görüntüde. Yurtdışında ise Tuncay hariç Türkiye'den gide bir de Sinan var şimdi aklıma gelen. Diğerlerini geri getirmeye bayılıyoruz, onlarda çok paraya az iş mukabilinde dönüyorlar memleketlerine.

İyi şeyler olmuyor mu, oluyordur ama istisnalar kaideyi bozmaz zaten. Bir bütünden bahsettim yukarıda ve gördüğümüz üzere bu bütünde artı değerde hiçbirşey yok. Avrupa'nın en değerli 5.ligiyiz, İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya ve de biz. Bu 4ünün dışında Fransa'yı geçmek pek önemli değil. Bu ülkelerde oynanan maçlar dünyanın pek çok ülkesinde yayınlanıyor ve biz de dahil olmak üzere birçok futbolsever tv'nin başına koşuyor. Kimse kusura bakmasın, ben Avrupa'nın en değerli 5.si olan ligimizde kendi takımım dışındaki maçlarına, ki o da sarmıyor bu aralar pek, bakmak dahi istemiyorum.

Bu mudur ligimizin marka değeri? Budur. Yerlerdedir, başkanlık yaptığı kulübe hiçbir şey katamamış bir federasyon başkanınız olursa, federasyonun gelirlerini 2ye katladık ama hala bir milli takım hocası bulamadığının farkında olmayan eski basketbolcudan dönme futbol yöneticiniz olursa, hakemlik yaptığı dönemde verdiği yanlış kararları herkes tarafından hatırlanan bir hakem kurulu başkanınız olursa, kendi takımını desteklemek yerine diğerlerine küfretmeyi doğru bulan taraftarınız ve yöneticileriniz olursa, lig yayınlarına $1 milyar'da verseler gram marka değeriniz olmaz. Ha pardon olur ama ancak ülkenizdeki bir kısım insanı inandırırsınız buna onlar da birkaç sene yerler, yurtdışına çıktığınızda bir bahisçi de bile olsa kendi maçınızı izleme imkanınız olmaz. O da marka değerinizi bir tokat gibi suratınıza vurur zaten.

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails