Kasım 16, 2008

Canaydın röportajı!



Hastalığa şut atıp auta gönderiyorum bakalım kim galip gelecek göreceğiz


Başkanlığı döneminde yöneticiliği bazı kesimler tarafından eleştirilse de Özhan Canaydın’la ilgili bir konsensüs var: Dürüst, medeni ve centilmen bir adam. Futbol camiasında seviliyor ve sayılıyor. Geçen haftasonu 6 yıllık GS yöneticiliği boyunca onun için çalışmış, ona destek vermiş arkadaşlarına Bursa’da 400 kişilik bir yemek verdi. Onlara hem hizmetleri için teşekkür etti, hem de veda etti. Kadehlerin "Özhan Ağabey" ve Galatasaray için kalktığı bir gece...
Yemeğe katılanlar "Veda diye bir şey kabul etmiyoruz" dediler ama o, son derece stresli ve yoğun geçen başkanlık döneminden sonra artık dinlenmeye, GS’ye uzaktan göz kulak olmaya kararlı. Hem ailesiyle daha fazla vakit geçirip, eskiden olduğu gibi seyahatlere gitmek için hem de sağlığı için. Bu yıl başında pankreas kanseri teşhisi konmuş, ağır bir ameliyat geçirmişti. "Biz ne badireler atlattık, bunu da atlatırız" dese de artık yeni bir hayat düzeni kurması, dinlenmesi gerekiyor. Canaydın’la benim şehrim dediği Bursa’daki fabrikasında buluştuk, Galatasaraylılığını, lise yıllarını, yöneticiliğini ve gelecek planlarını konuştuk.


Babanız Beşiktaşlı... Sizin Galatasaraylılığınız nerede başlıyor?
-Babam Türkiye’nin ilk kayakçılarındandı. 10’uncu yılda Atatürk’ün önünden geçen kayak takımının kaptanıymış. Aynı zamanda da Bursa Sanatkarlar Takımı’nın kalecisi. Bir gün Galatasaray bu takımı İstanbul’a davet ediyor. Lisede kalıyorlar. Bizimkiler Bursa’nın iyi ailelerinden biri ama ahşap, sobalı Osmanlı evlerinde büyümüşler. İlk defa radyatör görmüş babam bizim lisede. Kapağını açıp bakmış, içinde su ısınıyor. Tuvaletlerdeki fayanslar, lavabolar... Of bu ne medeniyet! O akşam yatarken yanındaki amcama diyor ki "Eğer bir gün bir oğlum olursa, bu okula vereceğim." Kendisi Beşiktaşlı olmasına rağmen kültür yapısından dolayı Galatasaray’a çok özeniyor.


Verdiği sözü ne zaman tutabilmiş?
-1954’te ama benim Galatasaraylılığımın ilginç bir evveliyatı var. Ben 5 yaşındayken Lütfü dayım geldi ve yakama GS rozetini taktı, beni GS’li yaptı. İlkokulda Bursalı 40 ailenin çocuğunu verebildiği özel bir okula gidiyorum: Yeni Okul. Okulun forması siyah önlük, beyaz yaka fakat göğsündeki Y-O arması sarı-kırmızı. Merasim üniformamız da kırmızı ceket, sarı kısa pantolon. Sonradan öğreniyorum ki bu okulu GS’nin ikinci kurucusu Asım Sonumut yaptırmış. Kaderim ilk orada kesişiyor GS’yle. Bu okulu bitirdikten sonra 1600 kişinin başvurduğu özel bir sınava girerek GS Lisesi’ni ikinci olarak kazandım. Babam o sırada İzmir Fuarı’ndaydı, telefonla kazandığım haberini verdim, dünyalar onun oldu. Sonra 1981’de oğlum Murat GS’ye girdi. Sanıyorum ölümünden önce babamı yüzde 51 GS’li yaptık, yüzde 49’u yine Beşiktaşlı kalmış olabilir.


KRALİYET AİLESİ GS FENOMENİNİ ÇÖZMEK İÇİN KOMİSYON KURDU
Lisede nasıl biriydiniz, o meşhur GS haylazlığı var mıydı?

-GS’de üç tür okursun: Daimiler hafta sonunda da okulda kalır. Leyliler hafta içi yatılı kalır. Nihariler gündüzlüdür. Ben daimiydim. İstanbul’da anne tarafımdan akrabalarım olmasına rağmen ben okulda kalırdım. Çünkü böylelikle çok iyi kaynaşırsın, çok iyi Galatasaraylı olursun. GS ailesinin temellerinde daimilik vardır. Herkes ailesiyle pazar kahvaltısı ederken sen arkadaşlarınla Beyoğlu’nda sandviç yersin ya da Levent Büfe’ye gidip günlüklerden iki kayısı yumurta... Yanımıza da kocaman Grundig marka teybimizi alır müzik dinlerdik. Balık Pazarı’nın bitimindeki Üç Yıldız Şekercisi’ne gidersin, reçelleri tadarsın. Akşamları Çiçek Pasajı’ndaki Cavit’in yerine gidersin. Beyoğlu senin dünyan olur. Baştan başa, sağlı sollu bütün dükkanları, restoranları ve sokakları sırasıyla sayardım İstiklal’deki biliyor musun?


Bu arada dersler?
-Üstün akademik başarı göstermedim ama hep sınıf mümessili olmaya, yaptığım sporlarda kaptan olmaya gayret etmiş, ikisini de başarmış bir öğrenciydim. Hırslıyımdır. Lider olmayı hep sevmişimdir. Bu ayrı bir kompleks ya da superiorite...

Lisedeyken GS’li ağabeylerinizden aldığınız ilk ders?
-Daha yeniyim. Faik Üstün İdman Salonu’nda voleybol idmanı var, kenardan izliyorum. Birini gördüm, "Ağabey tanıtır mısın bana oynayanları?" dedim. "Bak" dedi, "bu takımın şurada gördüğün ilk altısı, Türk Milli Takımı’nın ilk altısıdır." Spora çok önem veren bir aileden geldiğim için bundan çok etkilendim. Bir lise milli takıma oyuncu veriyor. Müthiş bir şey! Lisenin spor alanında ne manaya geldiğini o gün anlamıştım.


Masonik bir haliniz var mı siz GS liselilerin?
-İngiliz Kraliyet Ailesi çok cimri bir ailedir. Ama nedir bu GS fenomeni araştırın diye komisyon kurmuş, para dökmüşler. Biz masonik değiliz, manastır okulu da değiliz ama liseli olmak bir ayrıcalıktır, herkes olamaz, herkes giremez. Girdikten sonra da orayı hazmetmek çok kolay değildir. Bizim beraberliğimiz okulun baskısıyla filan olan bir şey değildir. Kendiliğinden gelir. 1963’ten beri vergi mükellefiyim, bugüne kadar her işimi GS’lilerle yaptım. Yanımda çalışan üst seviye kimselerin 15’i GS’lidir. Genel Müdürüm liseden sınıf arkadaşımdır.


GS’Lİ DE HANÇERLER AMA ONUNKİ LASTİK HANÇERDİR
GS sevginiz memleket sevgisine mi, aile sevgisine mi, aşka mı benziyor?
-Bunu sana en iyi şöyle anlatabilirim: 1963’te evlendiğimde eşim 19 yaşındaydı ve Bursa’nın en güzel kızıydı. Benim hem işim var, hem GS ile uğraşıyorum. Yemeğe çıkıyoruz GS’liler var, tatile çıkıyoruz GS’liler var. En sonunda bana dedi ki "Bak Özhan ben bir şeye karar verdim. Senin için GS benden önce geliyor, ben bunu kabullendim, kabullenene kadar çok zorlandım ama şimdi rahatım." Benim GS aşkımı buradan çöz işte. Bugün yeniden doğsam, sil baştan başlasam, hayattan tek bir şey isterim: GS’de okuyayım ama bu sefer her sınıfı ikişer kere... Yani toplam 24 yılım mektepte geçsin, o yıllar hiç bitmesin.


Körü körüne bir haliniz var...
-Biri bana liseyle ilgili kötü bir şey söylesin, kabullenemem, sabahlara kadar münakaşa ederim. Biz liseliler aramızda kavga ederiz ama dışarıda birbirimize kalkan oluruz. GS’nin içinde de insanı birbirine düşüren hadiseler olur ama hep şunu söylerim: GS’li de hançerler ama onun hançeri lastiktir. Acıtır, öldürmez.


GALATASARAY’I SOKAĞA BIRAKMAM
Geçen hafta verdiğiniz veda yemeğinde "GS’yi sokağa bırakmayın" demişsiniz. Bu ne demek?
-Sokak nedir? Genel kurulun seçtiği başkana hakaret eden, gidip kulübünün camını çerçevesini kıran, tribünün sandalyelerini parçalayıp polisin üstüne atan, takımına 6 maç ceza verdiren, küfür edip GS’nin nakden ödediği cezaları hiç önemsemeyen kişiler gerçek GS’li değildir, sokaktır. Ben eski GS yöneticileri gibi düşünen bir GS’liyim. Saygılı, fair play’e önem veren, klas, centilmen... Hep efendilik çapında yarıştım ve sokak dediğim kesime direndim. Bugün 12 bin 500 seyirciye oynuyoruz. Yazıktır! Biletlere 3 lira zam yap kimse gelmez. Ağırıma gidiyor. Yöneticilik zamanımda 22 bin 500 tane Metin Oktay forması hazırlattım. Tanesi 40 liraydı, bedava dağıttım. Herkes giysin, statta tek yürek olalım diye. N’oldu? Formayı verin dediğimiz kişiler gitti dışarıda sattı onları. Kimse giymedi, hala da yüzde ellisi giyiyor. Ben böyle seyirciye karşıyım.


HATIRALARIMIN DEĞİL HINCAL’IN KİTABINI YAPACAĞIM
GS’yi yönetmek için tedrici olarak tekstildeki işlerinizi çocuklarınıza devrettiniz ki tek işiniz GS olsun. Hayatınıza baktığınızda siz mi GS’yi yönettiniz, GS mi sizi?
-Başkanlık dönemim haricinde GS yönetti beni. Bu çok normal bir şey değil farkındayım ama bir yandan da GS’li arkadaşlarımla oldum, onlarla keyif yaptım. Hayatımı adadım ama hiç pişman değilim.


Sizi en çok üzen şey?
-Açılan pankartlara çok aldırmamışımdır ama "Canaydın Dışımızdan Biri" yazılı pankart beni incitmiştir. Bir de tabii insani olaylar var. En sevdiğim futbolcu Hasan Şaş’ın sakatlığı, yıllar önce Okan Buruk’un maç sırasında bacağının kırılması. İçim gitmişti, o anı unutamam.


Yönetcilik döneminizle ilgili "Şurada hata yaptım" dediğiniz bir olay?
-Galatasaray’da full time çalışmamak lazımmış çünkü her dakika işin içindesiniz. Önceki başkanların hepsi kendi işyerinde çalışır, imza gerektiğinde kurye dolaşırdı. Ben orada oturunca her şey önüme geliyordu. Kapım hep açıktı. Personel rahatlamıştı, işler hızlanmıştı ama biraz yorucu oluyordu. Beni yıprattı.


GS’de yöneticilik sizden neler götürdü?
- GS’nin başkanı olmak o kadar önemli bir iştir ki... Cumhurbaşkanı ve Başbakan’dan sonra kulüp başkanları gelir, onların arasındaki sıralama da başkanların karakterine göre değişir. Böyle onurlu ama bir o kadar da zor bir görev bu. Sıhhatimde ciddi bozulmalar oldu elbette. Ama uzun mesafe koşmayı severim ben, uzun süren savaşlardan keyif alırım. Emeklilik dönemim için şimdi yeni bir savaşım var.


Nedir şu andaki sağlık durumunuz?
-Pankreas belası geldi başıma. Whipple (pankreasa ulaşmak için diğer iç organların önce dışarı çıkarılıp ameliyat sonunda yeniden yerleştirilmesi) denilen çok ciddi bir ameliyat geçirdim. Biliyorduk ki bir sene sonunda vücudun çeşitli yerlerine ufak tefek atlamalar yapabilir. Nitekim karaciğerde çok küçük bir hücre çıktı. Biz yumruklayıp savaşıyoruz. Gerekirse şut atıp auta gönderiyoruz. Tedavimi oluyorum, başka yere sıçrarsa onunla da savaşırım. Bakalım kim galip çıkacak göreceğiz!


Sizin ailenizde kanser var mı?
-Hiç yok. Ne anne tarafında, ne baba tarafında üç göbek böyle bir şey yok. Pankreasın özelliği aşırı stres, kötü beslenme ve yoğun yaşam tarzından etkilenmesi. Deniz kenarında evlerim, teknem var, bir kere ayağımı denize sokamamışım, düşünebiliyor musun? Evimi seven bir insanım ama 6 senede sadece 10 gece evimde yemek yiyebilmişim. Çarpın 365’i 6’ıyla durumun vahametini görürsünüz. Bu hesabı da eşim yapmış.


Zaten eşiniz Asuman Hanım’ın başkanlığı bırakmanız için sizi ikna ettiği söyleniyor?
-Bizim çok huzurlu bir hayatımız vardı. Monaco’da evimiz var, eskiden senenin 4-5 ayını orada, geri kalanını Bursa’nın sayfiye yerinde veya Altınoluk’ta geçirirdik. Bütün bu alışkanlıklarımız bir anda bloke olmuştu. Elbette bırakmamı istedi çünkü o baştan benim bu işi 4 sene yapmama razı olmuştu. Benimki 6 yıl oldu, hatta son seçime girsem onu da yüzde yüz kazanacaktım, 8 seneye varacaktı. O, bir an evvel eski hayatımıza dönelim, daha çok birlikte olalım istedi. Hak veriyorum ona. Ve bana tahammül ettiği için teşekkür ediyorum.


Bıraktığınızdan beri hayat şekliniz nasıl değişti?
-Çok önemli bir görev yaptım 6 yıl boyunca. Bu tabii her şeyinizi sınırlıyor. Hiç beni bir gün gayriciddi gördün mü? Halbuki ben dağıtmaya bayılırım ama gülüşüne bile dikkat etmen lazım başkanken. Takımın gol attığında aşırı sevinemezsin. Efendice alkışlarsın, o kadar. Başkanken günde 90 telefonla konuşuyordum, şimdi 40 telefonla konuşuyorum. Yine GS’yle ilgili telefonlar... Tedavi seanslarım bitsin Monaco’ya gideceğim. Havası çok temiz diye Altınoluk’a gidip geliyoruz. Arada sırada elbette fabrikaya geliyorum. Yönetim kurulu başkanıyım, tekstil sektöründeki tecrübelerimden faydalanırlar. Dara düştükleri zaman çağırırlar, ben o zaman patronluğumu gösteririm. Onun dışında daha intizamlı yemek yiyorum. Başkanlık döneminde olduğu gibi her yemekte birilerine bir şeyler anlatma mecrubiyetinde değilim. O çok yorucu bir şeydi, hele bir de benim gibi iddiacı bir adamsanız.


Hatırat yazmayı düşünüyor musunuz?
-Hatıratımı yazmayacağım ama bir kitap hazırlatıyorum: Galatasaraylı Hıncal. Yüz bin tane bastıracağım, bir liraya satacağım. Onun yaptığı tenakuzları göstereceğim. 30 senelik yazdıklarını arşivledim, onda bu arşiv yoktur. Bu kitapla herkes onun nasıl bir GS’li olduğunu görecek. Editörler filan her şey hazır, kitap yakında çıkacak.


ELİMDEKİ BELGELERLE KENDİMİ KURTARMAYA ÇALIŞMADIM
Hiçbir zaman elimdeki belgelerle kendimi kurtarmaya çalışmadım, GS’yi kendimden önde tuttum. Kötü yöneticisin, kendi firman gibi niye yönetmedin diyorlar. Yönetemezsin çünkü dernekler yasası var. Ben çok tüzükçüyüm, tüzüğün dışına çıkıp anormal hareketler yapmam. Ayrıca ben GS tarihinin en kötü döneminde başkanlığı aldım. Kapıda hacizler vardı, personele dört aydır maaş ödenmemiş, futbolculara 1 lira verilmemiş, UEFA yabancı futbolcu transferinizi durdurmuş, çek karnesi yasağımız var. Bir sürü borç üstünüze geliyor. Hepsine şahsi kefalet ve ipoteklerimle mani oldum. Ayakta tuttum. İyi yöneteceğim diye GS’nin hakkını kimseye yedirmedim, hiçbir asalak gelip GS’den geçinemedi. Bütün paslanmış çarkları yeniledim, harekete geçirdim. Bunlar görünmez, kötü yönetici derler işte. Hatalar da yapmışımdır, bunları kabul ediyorum ama sevaplarım daha fazla.


BAKANDAN ÖVGÜ
Bir gün Başbakanlık müsteşarlığındayız, Başbakan ve bakanlar da var. Müsteşar benim için dedi ki "Dosyasında tek sinek lekesi bile olmayan bir spor adamısınız, iftihar ediyorum sizinle." Oradan Maliye Bakanı atıldı, "Bırakın sportif tarafını. 40 senelik sanayici bugüne kadar devletle hiç problemi olmamış, kendisi için tek bir şey talep etmemiş."


Adnan Polat’tan sonra Ali Dürüst
á Başkanlık dönemimin bana verdiği zararlardan biri...50 senelik iki çok yakın arkadaşımla dargınız. Onlardan biri olan İlker Demli’yle aile gibiydik, birbirimizin kardeşiydik. Şimdi görevim bitti, inşallah düzelir, yine eski günlere döneriz.
á Avrupa taraftar kartını tutturamadık çok üzüldüm. 5 bin üyenin üstüne çıkamadık, ben en az 200 bin üye bekliyordum. Stat kredisini çözemedik, çok uzadı. Fatih Hoca-Lucescu olayı var. Orada bir ihtilaf vardı. Lucescu için çağ dışı futbol oynatıyor deniyordu. 9 futbolcumuz kiralıktı. Fatih Hoca bu futbolcuların yerine muhakkak 9 oyuncu transfer etmek zorundaydı. Ribery olayı beni çok üzmüştür. Sportif başarısızlıklardan söz ediyorlar. 3 kez şampiyon olmuşuz, Türkiye Kupası kazanmışız, ona rağmen de bunu söylüyorlarsa diyecek sözüm yok.
á Askerle, devletle, diğer kulüp başkanlarıyla aramı hep iyi tuttum. Sizleri ve camiayı çok iyi temsil ettiğimi düşünüyorum. Sayın başkan Adnan Polat’tan sonrası için Ali Dürüst... Onun başkanlığı için elimden geleni yaparım.


Kaynak: Hürriyet Gazetesi

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails